Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı


Refik Halit Karay’ın Eserlerinde Hatay İmgesi: Gurbetin Sınırında Bir Vatan Coğrafyası


Refik Halit Karay’ın eserlerine dikkatle bakıldığında, İstanbul, Anadolu, Ortadoğu şehirleri arasında özel bir yerin sürekli parladığı görülür: Hatay ve çevresi. Antakya, İskenderun, Amik Ovası, Amanoslar, Bayır-Bucak yaylaları, Mığır, Keldağ…

Bu coğrafya, onun yazılarında:

  • sürgünün ortasında bir vatan sığınağı,
  • millî mücadelenin yeniden düşünülüp içten içe telafi edilmek istendiği bir sahne,
  • dilin, kültürün ve kimliğin en berrak görüldüğü sınır hattı,
  • tabiatın, tarihin ve insanın en yoğun birleştiği mekân olarak karşımıza çıkar.

Hatay, Refik Halit’in dünyasında “Türkiye’nin kenarı” değil; gurbet ile vatanın birbirine değdiği ince çizgidir.

Tarihî ve Fikrî Arka Plan: Muhalif Bir Yazarın Hatay’la Gelen Dönüşümü

Refik Halit, Genç Kalemler’in, İttihatçıların, ardından da Millî Mücadele kadrosunun dışında kalan, hatta zaman zaman sert bir muhalefete savrulan bir yazardır. PTT Umum Müdürü olarak Millî Mücadele telgraflarını kestiren bürokrat; 150’likler listesine giren, “vatan haini” ilan edilen aydın odur.

Sonra tablo değişir:

  • Beyrut, Şam, Halep’te geçen uzun sürgün yılları,
  • gurbet psikolojisi,
  • rejime mesafeli ama memleketten kopamayan bir zihnin hesaplaşmaları,
  • Halep’te milliyetçi çevrelerle temas,
  • Nuri Genç’in çıkardığı gazetede yazılar,
  • Fransız Mandası altındaki Hatay’ın Türklüğünü savunan metinler…

Özellikle Hatay meselesiyle birlikte Refik Halit’te gözle görülür bir kırılma olur. Bir zamanlar Anadolu’daki direnişi “macera” gören, Mustafa Kemal’i İttihatçı diye reddeden kalem, bu kez:

  • Hatay’ın Türklüğünü,
  • Bayır-Bucak Türkmenlerini,
  • Antakya’nın tarihî ve kültürel bağlarını,
  • Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması gerektiğini

ısrarla yazan bir kaleme dönüşür.

Bu süreç, Atatürk’ün de dikkatini çeker;

“aleyhimize yazıyor ama güzel yazıyor” dediği yazar, bu defa Hatay davasında “bizden yana ve yine çok güzel yazmaktadır.”

Affa giden yol da büyük ölçüde Hatay üzerinden açılır.

Dolayısıyla, Hatay’ın Refik Halit’in eserlerindeki imgesi sadece estetik bir tercih değil, onun biyografisinin, siyasî dönüşümünün ve vicdan muhasebesinin tam merkezidir.

Roman Dünyasında Hatay: Çete ve Coğrafyanın Millet Bilincine Dönüşmesi

Refik Halit’in 1940 tarihli Çete romanı, yalnızca bir aşk ya da macera romanı değildir;

Hatay’ın kurtuluşunu arka plana alan bir coğrafya–kimlik–siyaset romanıdır.

Coğrafyanın Romanın İskeletini Kurması

Romanda:

  • Amanos Dağları,
  • leçe denilen volkanik arazi,
  • Suriye hendeği,
  • Mığır Tepe, Akkaya, Karpuzdere,
  • Soğukoluk, Nergislik, Derebahçe, Zerdalioluk, Çınaaralanlar, Derindereler, Gülcihanlar,
  • Kuseyr Dağları, Karsu, Karbeyaz, Narlıca, Gökçegöz…

tek tek anılır. Bunlar sadece fon değil, tezdir:

Coğrafya, Hatay’ın Türkiye’den koparılabilecek “tesadüfî bir ülke parçası” değil,

derinlikli, yerleşik, isimleriyle bile Türklük taşıyan bir yurt köşesi olduğunu anlatmak için kullanılır.

Leçe arazisinin jeolojik açıklaması, Suriye hendeği anlatısı, lav akıntıları, iki dağ sırası arasında “yüzüyor gibi duran sivri kayalar” tasviri…

Bütün bunlar, hem Hatay’ın deprem ve kırık hattı coğrafyasını fark ettirir,

hem de bu sert toprağın üzerinde kurulmuş insan ve millet varlığının direncine işaret eder.

Yer Adlarıyla Kurulan Türklük Vurgusu

Çete mensuplarının harita başında konuştukları sahne çok anlamlıdır:

Köy köy, dere dere yer isimleri sayılır; Mığır’dan Akkaya’ya, İğribucak’tan Yuvalı’ya, Kozluca’dan Ilıkpınar’a, Kızıldağ’dan Soğukoluk ve Nergislik’e…

Bu liste bir bakıma şunu söyler:

“Burası haritada sınır boyu değil;

dili, isimleri, hikâyeleri, yaylaları, kır kahveleriyle yaşayan bir Türk yurdudur.”
 

Binbaşı’nın “şu havalide tam yüz seksen Türk köyü vardır; Bayır ve Bucak nahiyeleri” demesi,

“Türkiye’den koparılıp Suriyelilere verilecek olan ülke buraları öyle mi?” sorusuyla buluşur.

Cevap nettir: Öyle, ama öyle olmamalıdır.

Çete ve Millî Bilincin Uyanışı

Romanın arka planında:

  • Fransız işgali,
  • Türk çetelerinin direnişi,
  • Hatay’ın kaderini belirleyen mücadeleler vardır.

Refik Halit, bir yerde:

“Hatay’ın kendine has bir kahramanlık tarihi var;

küçük çetelerin düzgün taburlara karşı savaşları ibretle tetkike layıktır”

derken aslında Çete romanıyla yaptığı tam da budur:

Bu tarihi edebî forma taşıyarak kalıcılaştırmak.

Daha çarpıcı olan, bir zamanların Millî Mücadele muhalifi yazarının, artık şu cümleleri kahramanlarının ağzından söylemesidir:

  • İnönü zaferini “büyük zaferin müjdecisi” sayar;
  • “Anadolu kurtulacaktır” der;
  • “Türkiye tekrar fışkıracaktır, Anadolu taksime uğrayacak ülkelerden değildir” diye haykırtır.

Hatay coğrafyasında geçen bu satırlar, aslında Refik Halit’in kendi zihnindeki dönüşümün de itirafıdır:

Bir zamanlar rejime mesafeli olan aydın, Hatay söz konusu olunca millet ve vatan fikrini yeniden ve daha sahici bir yerden sahiplenmektedir.

Günlük Hayat, Sofra ve Hatırlama

Çete elemanlarının yedikleri arasında “firik pilavı”nın geçmesi;

firikin daha yeşilken koparılıp kurutulan buğday tanesi olarak tarif edilmesi,

Hatay mutfağının da romana sindiğini gösterir.

Bu ayrıntı, Refik Halit’in sadece siyasî tez yazmadığını,

bölgenin diline, mutfağına, kokusuna, sofrasına da nüfuz ettiğini gösteren zarif bir işarettir.

Denemelerde Hatay: Tabiat, Tarih, İman ve Yabancı Bayrak

Bir İçim Su ve Sakın Aldanma İnanma Kanma kitapları,

Refik Halit’in Hatay sevgisini ve Hatay tasavvurunu en yoğun, en süzülmüş hâlde gösterir.

“Antakya”: Meyve, Çiçek, Su ve Sohbet Belde­si

Bir İçim Su’daki “Antakya” yazısı, belki de Türkçede bir şehrin en güzel tasvirlerinden biridir:

  • sırtını dağa vermiş,
  • ayaklarını Asi’ye uzatmış,
  • bacalarından duman tüten,
  • çınar gölgelerinde soluklanan,
  • “meyve, çiçek, su beldesi” olan bir Antakya…

Kokusunu “meyan balı çeşnisi”ne, gökyüzünü “menekşe şurubu rengi”ne benzetir;

toprağında “yaz yağmurundan sonra yükselen koku”yu anlatır.

Ve en önemlisi şunu söyler:

Antakya’da asıl sohbetin tadı vardır.

 

Bu cümle, Beyrut ve Şam’da bulamadığı sohbeti, ruh ve zihin ahengini,

Antakya kahvelerinde, Asi boylarında bulduğunun itirafıdır.

Antakya, bu yazıda gurbeti unutturan şehirdir.

“Hatay Yaylalarında”: Coğrafyanın İman Huzuruna Dönüşmesi

“Hatay Yaylalarında” yazısında:

  • yakıcı, bunaltıcı Ortadoğu şehirlerinden yaylaya çıkarken
  • yolun yarısında içini “çınar gölgesi, çağlayan serpintisi, ardıç tütsüsü” ile dolu hissettiğini,
  • “iman huzuru” duyduğunu yazar.

Bu ifade önemlidir; çünkü Hatay artık:

  • sadece vatanın coğrafi parçası değil,
  • ruhun sükûna erdiği, imanın nefes aldığı bir mekân hâline gelmiştir.

Fakat hemen ardından semadaki yabancı bayraktan duyduğu rahatsızlığı da dile getirir.

Yani coğrafya güzeldir, fakat siyasal statü yanlıştır.

Bu gerilim, onun Hatay yazılarının altındaki temel akımdır.

“Tarihe Gömülen Antakya”: Depremler ve Diriliş Hafızası

Antakya’nın tarih boyunca onlarca büyük deprem geçirdiğini,

defalarca yıkılıp dört kere tamamen yeniden kurulduğunu anlatır.

Yerin yarıldığı, kızıl alevler ve kara dumanlar fışkırdığına dair eski anlatılara yer verir;

şehir evlerinin çoğunun tek katlı, ahşap, geniş avlulu oluşunu bu korkuya bağlar.

Ama ardından çok mühim bir vurgu gelir:

Her zelzeleden, her yangından, her kıtallikten sonra Antakya yeniden kurulmuş,

yeniden bezenmiş, yeniden şaşaalı binalarla, saraylarla donanmıştır.

 

Yani Antakya onun zihninde yıkılıp yıkılıp ayağa kalkan bir şehir,

yani diriliş hafızasıdır.

Refik Halit’in Antakya’sı, yıkıma yazgılı değil, yeniden doğmaya mecbur bir şehirdir.

Hatay’ı Hülasa, Hatay’ın Dört Kapısı, Fransız Edebiyatında Antakya

Bu yazılarda:

  • Antakya’nın tarihî kapıları, ticaret yolları, coğrafi konumu,
  • Fransız yazarlarının Antakya’ya duyduğu hayranlık,
  • Asi kıyısındaki şehirlerin güzelliği, Antakya’nın hepsinden üstün oluşu

üzerinde durur.

Hatay böylece sadece “bizim için” değil,

dünya için de cazibesi olan bir medeniyet durağı olarak anlatılır.

Makalelerde Hatay: Bayır-Bucak, Türkmenler ve Hudut Bilinci

17 Ocak 1947 tarihli “Bayır-Bucak’a Dair” yazısı,

Refik Halit’in Hatay çevresine bakışını kristalize eder:

  • Yayladağı ile Lazkiye arasındaki Bayır ve Bucak nahiyelerinin ve köylerinin “tamamen Türkmen” olduğunu,
  • “ezici çoğunluk” ifadesini bile reddederek,
  • orada Türk’ten başka birine rastlanmadığını,
  • dillerine, ananelerine, örflerine bu derece sadık bir cemaatin nadir bulunduğunu yazar.

Bu satırlar:

  • Hatay’ı ve çevresini nüfus tartışmasının teknik bir konusu olmaktan çıkarır,
  • orayı Türk kimliğinin en canlı, en diri, en sadık yaşandığı sınır alanı olarak kurar.

Manda altındaki Suriye’yi anlattığı makalelerde de Hatay,

kuzeyde Türk yurduyla bağ kuran, güneye sarkan bir kültür köprüsü olarak sürekli görünür.

Gurbet Hikâyeleri ve Hatay: Dilin Sığınağı Olarak Hudut

Gurbet Hikâyeleri’ndeki “Eskici” öyküsünde:

  • Arapça konuşmalar içinde boğulan kahramanın,
  • “Türkçe konuşacak adam bulamayacağı” düşüncesiyle ağlaması,

aslında Refik Halit’in kendi içini açmasıdır.

Bu bağlamda Hatay:

  • Arapça–Fransızca–Türkçe arasında sıkışmış bir bölgede,
  • Türkçenin hâlâ ev, pazar, kahve, yayla dili olarak yaşadığı yerdir.

O yüzden Hatay, onun zihninde sadece fiziki hudut değil;

dilin, kimliğin ve sohbetin sınır taşıdır.

Refik Halit’in Dünyasında Hatay İmgesinin Katmanları

Bütün bu roman, hikâye, deneme ve makaleleri üst üste koyduğumuzda,

Hatay’ın Refik Halit Karay’daki imgesini beş ana katmanda toplayabiliriz:

  1. Gurbet İçinde Vatan
     
    • Beyrut, Şam, Halep sürgünlerinin ortasında Hatay,
      hem Türkiye’ye en yakın yer, hem de Türkiye’nin kendisidir.
    • Fizikî olarak Türkiye sınırlarının dışındadır;
      fakat dil, kültür, iklim, sohbet, yemek ve insanıyla tam anlamıyla “içerisi”dir.

 

  1. Hudut Coğrafyası Olarak Merkez
     
    • Haritanın kenarındadır ama Refik Halit’in kaleminde merkezdedir.
    • Kendisini “kırk asırlık Türk yurdu” olarak gören Atatürk’ün,
      bu sözünü adeta edebî dile çevirir.

 

  1. Dil ve Kimlik Laboratuvarı
     
    • Bayır-Bucak Türkmenleri, Antakya çarşısı, yayla kahveleri…
    • Buralarda Türkçenin gurbete rağmen ne kadar berrak ve diri kaldığını gösterir.
    • Hatay’ı, “susturulmak istenen bir dilin hâlâ inatla konuşulduğu ülke parçası” gibi çizer.

 

  1. Tabiat ve Medeniyet Uyumunun Coğrafyası
     
    • Amik Ovası, şelaleler, Keldağ, yaylalar, kır kahveleri, meyve–çiçek–su…
    • Bunlar Hatay’ı yalnızca askeri veya siyasi bir mesele olmaktan çıkarır;
      güzelliğiyle de savunulması gereken bir vatan parçası hâline getirir.

 

  1. Yıkılıp Yeniden Kurulan Şehir Olarak Diriliş Hafızası
     
    • Antakya’nın onlarca depremle yerle bir oluşu ve her defasında tekrar kurulması,
    • Refik Halit’in belleğinde Hatay’ı “yıkılsa da ayağa kalkmasını bilen şehir” hâline getirir.
    • Bu, aslında hem şehir hem millet için bir metafordur.

Bir Yazarın Vicdan Aynası Olarak Hatay

Refik Halit Karay’ın eserlerinde Hatay,

sadece bir coğrafya, bir fon, bir arka plan değildir.

Hatay:

  • onun sürgün acısını hafifleten tabiat ve sohbet mekânı,
  • millî mücadeleye muhalif geçmişiyle yüzleştiği vicdan sahnesi,
  • dil ve kimlik bağlarını yeniden keşfettiği hudut laboratuvarı,
  • deprem ve işgallere rağmen yeniden doğan bir medeniyet şehri,
  • ve nihayet, affa giden yolda “milletle yeniden buluştuğu” simgesel ülke köşesidir.

Bu yüzden, Refik Halit’in dünyasında Hatay’ı okumak,

yalnızca bir bölgeyi tanımak değil,

bir yazarın kendisiyle, tarihyle, milletle ve dille hesaplaşmasını izlemek demektir.

Onun satırlarında Hatay, haritada ince bir çizgi değil;

Türkçenin, hafızanın ve vatan duygusunun kalın harfle yazıldığı bir coğrafyadır.