EMİNE ÜLKÜ


20 ŞUBAT 2015-FIRAT YILMAZ ÇAKIROĞLU ÖZLEM ERDEM –FUAT MAHİR ÇAKIROĞLU


Tarih; 20 Şubat 2015.  Olayın gerçekleştiği yer; Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,  “Ege Kafe” önü. Tarih Bölümü okuyan Fırat Yılmaz Çakıroğlu derse giderken şehit edildi. Ve her şey bu tarihten sonra değişmeye başladı. Hepimiz sonrasında öğrendik neler olduğunu.

Binlerce Fırat şu an mezuniyetini tamamlamak için Türkiye’nin her bir üniversitesinde sınavlarına giriyor. Ellerinde kalem, önlerinde kitap binlercesi okumaya ve mezuniyetlerini almaya devam ediyor. Yemyeşil kampüslerde artık Gülhatmi çiçekleri açıyor. Yeniden doğuyor her sene-i devriyesinde bir gülhatmi çiçeği misali. 

Rahmetli Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehadetinin üzerinden tam on yıl geçti. Tarihin akışını değiştiren, Türkiye’de yüz binlerce gencin hayatında iz bırakan, onları okumaya, düşünmeye davet eden ve gittikçe artan bir sevgiyle yaşatılan Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun hayatını konu alan özel bir çalışma hazırladık. Yüz binlerce gencin “Özlem Anne” dediği Özlem Erdem Hanımefendi ve “Fuat Baba”sı olan Fuat Mahir Çakıroğlu ile yaptık bu sohbeti. Bazen sesler titredi bazen de iç sızıları yerini acı bir gülümsemeye bıraktı. Türkiye ile bağı olan ve Türkiye’de yaşayan her bir ferdimiz ile birlikte bu acıya tanık olduk. Bu görüşme imkânını bize sağlayan Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun annesi Özlem Hanımefendi’ye ve babası Fuat Beyefendi’ye nazik kabulleri için teşekkür ediyorum. Ve siz değerli okurlarımızı tarihin sayfalarından silinmeyecek şu satırlar ile baş başa bırakıyoruz.

Merhabalar Özlem Hanım. Nezaket gösterip ricamızı kırmadığınız için teşekkür ediyorum. Müsaadenizle sohbetimizi başlatıyorum. Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun annesini ve ailesini yakından tanımak isteriz. Fırat nasıl bir aileye doğdu? Biraz bahseder misiniz?

Memnuniyetle! Ben 1967 Ağustos doğumluyum. Konya Akşehir’ de doğdum. Babam da öğretmen olduğu için biz gurbetçi bir aileydik. Dedem seneler evvel Selanik’ten Akşehir’e göç etmiş. Rahmetli dedemin de lakabı Yeşil Ahmet’tir. Herkesin çok sevip saydığı bir kimseymiş. O vakitler herkesle arası iyi sevilen birisi olduğu için Akşehir’de dedem İkinci Nasreddin diye bilinir.  1970’li yıllarda babam öğretmenlik yaparken annem de Almanya’ya çalışmaya gitmişti. O dönem annem Almanya’ya ilk gidenlerden. Annem çalışmaya Almanya’ya gidince ananem ve dedem; bana ve kardeşlerime bakmıştı. Aradan 9 ay geçince hep birlikte Almanya’ya gittik. Yalnız rahmetli Tahsin abim o dönem Ankara’da güzel bir kolejde okuduğu için bizimle gelemedi. Eğitimine Ankara’da devam etti. Ben üç yaşındaymışım o zamanlar. Babam öğretmendi. Ama buna rağmen Almanya’ya gidince önce bir sene çalışıyor. Sonra Alman hükümeti onu öğretmen olarak atıyor. O dönem çok fazla gurbetçi Türk olduğu için Alman hükümeti buna ihtiyaç duyuyor. Almanya’dan Türkiye’ye kesin dönüşü ben 16-17 yaşlarında iken yapmıştık. Ben Türkiye’ye gelince Almanya’da aldığım lise eğitimime ek olarak bir yıl daha Türkiye’de eğitim aldım. Mezun oldum. Ama Rahmetli Tahsin abim ve Erol abim Almanya’da kaldılar.

Almanya’yı sevdiniz mi?

Hayır,  sevemedim. Hep bir özlem oluyordu. Yazları geliyorduk ama orda hep bir memleket hasreti oluyordu bende.

Türkiye’ye döndükten sonra peki yaşamınız nasıl devam etti?

Türkiye’ye döndükten sonra ben okuldan mezun olduktan sonra evlendim. Fırat’a hamile kaldığım süreyi Akşehir’de geçirdim. Çünkü babası askerdeydi. Babası askerden dönünce de İzmir’e yerleştik. Fırat, İzmir’e geldiğimizde daha iyi aylık bir bebekti. Ve 1994’e kadar İzmir’de kaldık. 1994 yılında ise öğretmen olarak Diyarbakır’a atamam oldu. Ailecek Diyarbakır’a yerleştiğimizde Fırat daha dört yaşındaydı. Fırat, anaokuluna gittikten sonra birinci sınıfa Diyarbakır’da başladı. Diyarbakır’da altı sene kaldıktan sonra tayinim Bursa İnegöl’e çıktı ve Fırat ilkokul beşinci sınıfı Bursa’da tamamladı. Fırat’ta benimle birlikte Bursa’da yaşamaya başlayınca ortaokula burada devam etti. Daha sonra Almanya’ya öğretmenlik yapmaya gittim. Almanya’ya giderken Fırat ile gitmeyi çok istedim fakat o babası ile Akşehir’de kalmak istedi. Ama iki yıl sonra Fırat benimle Almanya’ya gelmek isteyince onu yanıma aldım. Sonra iki yıl Fırat benimle Almanya’da eğitimine devam ederken onu on sekiz yaşını doldurmadan memlekete geri gönderdim. Çünkü Almanya’da kalmasını istemedim. O dönmek istemedi ama onu gönderdikten sekiz ay sonra da ben Türkiye’ye döndüm. Dönünce söyledi bana. “Anne iyi ki göndermişin beni Türkiye’ye”.

Neden böyle söyledi sizce?

Tabii, Almanya çocuklar için daha iyi bir atmosfere sahipti. Arkadaşları vardı orada ayrılmak istemedi. Ama sonra Almanya ile Türkiye’yi kıyaslayınca ve işin içinde de bir özlem olunca Türkiye’de yaşamasının onu daha mutlu ettiğini bana itiraf etti. Dönünce lise eğitimini tamamladı. Sonra üniversitede tarih okumak istiyordu Fırat. İkinci senesinde sınavlarına çalıştı ve Ege Üniversitesi’nde Tarih Bölümü’nü kazandı. Büyük mutluluk yaşadık ve hatta birbirimize sarılıp mutluluktan ağlamıştık. Çok istiyordu çünkü İzmir’de okumayı.

Fırat tarihi okumayı bilinçli bir şekilde mi istiyordu? Yani İzmir’de tarih eğitimi almak tesadüfi bir sonuç olabilir mi?

Tabii ki tesadüfi değil.  Fırat tarih okumayı çok istiyordu. Şöyle ifade edeyim.  Fırat ilkokula ilk başladığı zamanlar okuma yazmayı öğrenince ona heyecan duyacağı bir okuma serisi almıştım. İşte o zamandan beri Fırat okumayı hep sevdi. Hatta İnegöl’de şiir okuma yarışması vardı. İstiklal Marşı’nı okuyarak ikincilik almıştı. Üniversitede ise kesinlikle tarih okumalıyım fikrindeydi. Böylece çok isteyerek Ege Üniversitesi’nde Tarih Bölümü’nü kazandı. Yani bir de Emine;  biz hep gurbete gidip geldik. Ben de tarih okumayı çok severim. Annesi olarak belki de etkim oldu.  Fırat okumasını geliştirdikçe tarihe olan merakı da artmıştı. Bizim hep memleket özlemi duyarak geçirdiğimiz gurbet yılları Fırat’a böyle tesir etmiş olabilir diye düşünüyorum. Fırat’ımla şehir değiştirdik, ülke değiştirdik. Hep hayatımızda bir memleket hasreti vardı. Bazen anne baba olarak biz bazen fark etmiyoruz. Seneler sonra ortaya çıkabiliyor bu duygular. Biz farkında olmadan çocuklarımıza mesajlar vermiş olabiliyoruz. Benim bir yönlendirmem olmadan kendisi istedi. O tarih okumayı çok seviyordu çünkü. Tarih öğretmeni olmak, tarihi gençlere sevdiren öğreten bir akademisyen olmak zaten Fırat’ımın en büyük hayaliydi. Hedefi buydu.  Herkesin kendi tarihini bilmesi gerektiğinin önemine inanıyordu. Hatta o dönem yakın arkadaşı Eyüp Alper onu akademi sınavlarına hazırlamak için Fırat’ıma İngilizce dersleri anlatıyordu. 

Peki,  Özlem Hanım oğlunuz Fırat okuyacağı kitapları neye göre seçerdi?  Yani nasıl karar verirdi ne okuyacağına?

Oğlum bana hep şöyle derdi; “Anne kitap okurken sadece benim gibi düşünenlerin kitabını okumamalıyım. Sadece milliyetçi ve vatanperverliği anlatan kitapları okursam eksik kalırım. Ben benim gibi düşünmeyenlerinde kitaplarını eserlerini okumalıyım. Çünkü onların kim olduğunu bilmeliyim. Düşman bildiğimin silahı ile silahlanmalıyım anne” derdi. Biliyor musun Emine arkadaşlarına da böyle dermiş. Hep okumalıyız ayırt etmeden dermiş Fırat’ım…

Fırat Yılmaz Çakıroğlu, Ege Üniversitesi’nde Tarih Bölümü’nde okurken Edebiyat Fakültesi önünde eğitim dışı çeşitli gösteriler düzenleniyordu. O dönem üniversite kapılara zincirlerle kitleniyor, öğrenciler dersine devam ederken sınıflar basılıyor, koridorlarda eylemler yapılıyor ve dersler engelleniyordu. Ve bu yüzden okulda mütemadiyen alınan sözde güvenlik önlemleri mevcuttu.  Yani Özlem Hanım; özellikle oğlunuzun okuduğu Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciler üniversitede daha çok biber gazını teneffüs ediyorlardı. Buna istinaden Fırat’ın Ege Üniversitesi’nde eğitimine devam etmesi konusunda kaygılarınız oldu mu? Çünkü Fırat Çakıroğlu o dönemler sürekli tehdit ve engellemelere maruz kalmış

Oğlum maalesef yaşadığı sıkıntıları, aldığı ölüm tehditlerini ben üzülmeyeyim diye bana bahsetmemiş hiç. Ama üniversitede yaşanan bu durumlardan bahsetmişti Fırat’ım. Fırat’ın bu konudaki hassasiyetleri çok yüksekti. Fırat,  bu durumlar karşısında kafasını çevirip gidecek ve bunu sindirebilecek bir çocuk değildi.  Bende bu konularda çok hassasım. Milli değerleri önemseyen bunlara sahip çıkan ve vatan sevgisi yüksek biriyim. Oğlum bunları anlatınca da öfkelendim ve bir anne olarak da dedim ki; -Fırat, eğer Ege’de böyle bir ortam varsa oğlum sen başka bir üniversiteye geçiş yapabilirsin. Başarılı bir öğrencisin. Başka bir okulda devam et eğitimine. Mezuniyetini tamamla Fırat, dedim. 

Buna teklifinizi nasıl karşıladı? Farklı bir üniversitede okumak onun için daha sağlıklı olabilirdi çünkü…

Bana ne dedi biliyor musun? Hiç unutmuyorum! “Anne ben sadece kendimi düşünmüyorum ki. Esas benden sonra gelecek olan gençleri düşünüyorum. Bizim yaşadığımız şahit olduğumuz bu durumu yaşamasınlar istiyorum” dedi.

Burada bir hatıra fotoğrafı aklıma geldi. Oğlunuzun 2011 tarihli bir sosyal medya paylaşımından bahsetmiştiniz bana. Dayısının paylaştığı bir fotoğraf üzerinden yaptığı bir paylaşımdı bu.

Evet. O fotoğrafta şehit edilen rahmetli dedem, Tarık Buğra ve ismini şuan hatırlayamadığım bir yazar daha vardı. Fırat’ta o fotoğrafı alarak ne yazmış biliyor musunuz? Bakın 2011’de yazıp paylaşmış. Ben bu paylaşımı oğlumun şehadetinden bir sene sonra fark ettim. “Sanırım ben de Yeşil dedeme çektim.” Yani kader diyoruz ya hani. Hepimiz buna inanıyoruz. Ben oğlumun yanına ilk gittiğimde ona ilk şunu sormak istiyorum: “Oğlum orada ne demek istedin?” Benim Yeşil lakaplı Ahmet dedemi yobazlar öldürdü. Fırat’ım da vatan hainleri tarafından 2015 yılında öldürüldü… Nasıl oluyor bunu 2011 yılında neden yazdı! Boyuna düşünüyorum. Ve Fırat dedesinin neden öldürüldüğünü bile bilmezdi. Bu nasıl bir tevafuk Emine’ciğim!

Fırat’ın dedesi neden öldürüldü peki? Neden Fırat’ın şehadetini ve dedesinin öldürülmesini tevafuk olarak yorumladınız Özlem Hanım?

Şimdi şöyle ifade edeyim sana. Biliyorsun; 80’lerde Türkiye’de ikiye ayrılmış bir siyasi görüş vardı.  Aslında çok da siyasetin içinde olan ilgi duyan olan biri de değildim ben. Dedemin şehit edildiğini biliyordum ama neden şehit edildiğini bilmiyordum. Oğlumun şehadetinden sonra anneme sordum. Anne dedemi kim şehit etti, dedim. Annem de bu aşırı yobazlar dedi. Annemin anlattığına göre o zamanlar öğretmenlerin bir miting yürüyüşü olmuş 1969’da. O yürüyüş olunca insanlar öğretmenlere hakaretler etmiş, olumsuz sözler ve engellemelerde bulunmuş.  Yeşil Ahmet lakaplı dedem de bir gün kahvehanede arkadaşları ile otururken bu konuşmalara şahit olmuş. Dedem de bu durumdan rahatsız olduğu için o gün orda otururken demiş ki – siz bu öğretmenlerden ne istiyorsunuz? Neden bu hakaretleri ediyorsunuz? Dedem böyle çıkışınca oradan biri –Yeşil Ahmet senin sanırım miladın doldu demiş. Dedem de öyle bir adammış ki herkes tarafından sevilen, nüktedan, insan ilişkileri pozitif bir kimseymiş. Bu anlattığım annemle babamın anlatması. Sonra kahvesi biten dedem kalkıp eve doğru yol alırken arkasından bir grup dedemi takip etmiş. Sonra dedemi yalnız yakalayınca dövüp bıçaklamışlar. Dedemi oracıkta darp ediyorlar. Yani o zaman da varmış bu yobaz hainler. Türkiye’nin gelişmesini, gençlerin okumasını, bilinçlenmesini istemeyen hainler o yıllarda dedemi öldürdü. Sonra da yine bu ülkede tarihini seven, okuyan, ülkesini seven ve ülkesinin gelişmesini isteyen oğlumu da hainler öldürdü.  Dedemin asıl öldürülme sebebini çok sonradan öğrendim ama iyi ki öğrendim. 

Dedenizin ölümüne sebep olan caniler ile Fırat’ın ölümüne sebep olan caniler aynı vatan hainleri. Gerçeği iyi ki öğrendim dediniz. Neden? 

Çünkü ben dediğim gibi siyasete çok yakınlığı olan biri değilim. Çocuk yaşta da yobaz ne demek sağ-sol kimleri temsil ediyor bilmezdim. Oğlumun şehadetinden sonra sorguladım tüm bunları. Bu vatan haini yobazlar kimdir diye. Oğlumun her fotoğrafında gördüğümüz “Bozkurt” işaretini yapmaya ben çekinirdim. Sanki elimi kaldırıp bozkurt yapsam dedeme ihanet edeceğim. Yapmasam oğluma. Ama sonra işin aslını öğrenince göğsümü gere gere “Bozkurt” yapmaya başladım. Oğlum gibi. Benim oğlumda dedesi gibi bu yobaz-vatan hainleri ile mücadele ederken şehit edildi. Eğitim hakkı engellenmeye çalışırken şehit düştü. Tıpkı dedemi şehit edenler şehit etti benim oğlumu.

Bilindiği üzere Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehit edilmesinden sonra sizinle birçok gazeteci görüşmek istedi. Dolayısıyla sizi rahatsız eden bir durum hiç yaşadınız mı? Ya da ön yargılı bir tavırla karşılaştınız mı?

Evet. Ne yazık ki! Fırat’a hamile olduğumda babası askerde olduğu için ben Akşehir’de geçirdim o süreci. Babası askerden döndüğünde Fırat henüz iki aylık bir bebekti. Sonra biz ailecek İzmir’e yerleştik. Ve 1994 yılına kadar İzmir’de yaşadık. Sonra öğretmen olarak ben Diyarbakır’a tayin oldum. Dolayısıyla Fırat 4 yaşındayken gittiğimiz Diyarbakır’da oğlum anaokulunu burada okudu. Birinci sınıfa da burada başladı. Altı sene kadar Diyarbakır’da kaldık. Buna istinaden gazetecinin biri bana: “ Fırat’ın hiç Kürt arkadaşları var mı?” diye sormuştu. Çok kızmıştım. Yani ne demek istiyorsunuz siz dedim. Ben öğretmenim. Benim babam da bir eğitimci. Bizim ailemizde hiç böyle konuşmalar yapılmazdı. Ben de çocuğumu babamın beni eğittiği gibi eğittim. Çocuğumuza hiçbir zaman arkadaşın Kürt mü Türk mü diye sorular sormadık. Benim babam da sormadı. Onunda Kürt olan çok arkadaşı vardı. Biz insana insan olduğu için değer veririz. Karşımızdaki insanın değerlerine saygı duyarak büyütüldük. Benim oğlum da öyleydi.

Peki,  Özlem Hanım Fırat’ın acı haberini nasıl aldınız? Niyetim acınızı yinelemek değil ama bu şehadet haberinden sonra neler hissettiniz? Fırat’ın annesi olarak ne yaşadınız?

Şimdi Emine’ciğim; oğlum 14 Ekim’de birçok STK’ları bir araya getirip Atatürk’e ve bayrağa saygı yürüyüşüne katılıyor. Fırat biliyor ki biz azınlıktayız sayımızın artması gerekiyor ve bundan dolayı insana güven veren o inancı ile bu sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiriyor. İşte o yürüyüşte hedef alınıyor Fırat’ım.  Bundan tam 4 ay sonra da hedef gösterildiği için her gün gittiği okulunun önünde o bahçede şehit ediliyor.  İnanın ölüm haberini aldıktan sonra çoğu acı hatıra silindi hafızamdan. Çoğu şeyi hatırlamıyorum. Ama şöyle bir olmuş ben bunu sonradan hatırladım. Fırat’ım hastaneye götürülünce öyle bir kalabalık vardı ki... Ucunu göremiyorum. Bütün kardeşleri arkadaşları ordaydı oğlumun. O büyük kalabalığın öfkesini görünce çocuklarıma şunu söylediğimi hatırlıyorum. Sakın dedim Fırat’ın intikamını alacağız diye elinize sopa-bıçak alıp o hainler gibi karşılık vermeyeceksiniz. Sizin onlarla mücadeleniz sadece eğitim olacak, okumak olacak. Elinizdeki en güçlü silah kaleminiz olacak. Okuyacaksınız. Siz okuyacak ve o hainlerden en büyük intikamı böyle alacaksınız. Benim oğlum okurken öldürüldü. Siz okuyarak onu yaşatacak hatırasına sahip çıkacaksınız dedim orda bulunan bütün evlatlarıma. İyi ki bunları o an söylemişim. Çünkü ben şöyle dönüp arkama baktığımda arkası görünmüyordu, o kadar büyük bir kalabalıktı ki. Her yerden gelmişlerdi. Ama o an şu gelmişti aklıma hiç unutamıyorum. İçim sızıyla söylendim o an,  keşke dedim oğlumun düğünü bu kadar kalabalık olsaydı!

Evlatlarınız da emin olun bu sözünüzü yerine getiriyor. Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun ardından Ege’yi bekliyorlar. Türkiye’nin her yerinde okuyan ve kalemiyle mücadele eden çocuklarınız kardeşleriniz var. Şu an ki durum onu gösteriyor Özlem Hanım.

Benim oğlum karşıt görüş sahibi gruplar tarafından öldürülmedi Emine. Benim oğlum vatan hainleri tarafından şehit edildi. Ege Üniversitesi’nde eğitim görürken mücadele etti. Bu da Allah’ın benim oğluma yazdığı kader. Mukadderat deriz ya hep Emine… Fırat’ımın şehit olmasına sadece kendi arkadaşları değil Türkiye’nin her yerinde yaşayan farklı siyasi görüşlere sahip tüm vatanseverler üzüldü. Vatan haini olmayan farklı görüşten olan herkes ama herkesin canı yandı.

Özlem Hanım; Fırat’ın ölümünün üzerinden on yıl geçmesine rağmen bir anne olarak acınız çok taze. Biliyoruz. Buna rağmen bizleri kırmayıp nezaketiniz ile bu görüşmeye imkân verdiğiniz için ben çok teşekkür ediyorum size. Size anne diyen yüzbinlerce evladınız kardeşiniz var. Bu görüşme vesilesi ile son olarak onlara ne söylemek istersiniz?

Emineciğim, sen de benim bir evladımsın ve sohbet için ben de sana çok teşekkür ediyorum. Soruna gelecek olursam; benim için vatanım, güzel memleketim çok değerli. Bu hepimiz için böyle olmalı. Tüm evlatlarım vatanını, milli değerlerini koruyan bir birey olarak var olmalı. Memleketimizi aydınlığa çıkaracak güzel işlerin başında olmalı bütün evlatlarım. Ülkemizin istikbali çok önemli. Evlatlarımın okuduğunu,  güzel işler ve projelerde yer aldığını, devletin önemli kademelerinde görev aldıklarını bilmek benim mutlu eder. Bizleri Fırat gibi milletini seven, milli değerlerine sahip çıkan evlatlarım yönetsin istiyorum.  Onları en yüksek kurumların başında görmek istiyorum. Şu an farklı platformlarda birbirinden güzel bilimsel çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmaların içinde yer almaları beni mutlu eder. Teknofest ve buna benzeyen birçok bilim çalışmalarının yapıldığı festivallerin içinde görmek istiyorum evlatlarımı ben. Ne işle meşgul olduklarının da bir önemi yok. Sevdikleri ve yetenekli hissettikleri her hangi bir iş alanında çalışıp yapabilecekleri en iyi işi yapma çabasında olsunlar lütfen.  Doktor, mühendis, öğretmen, muhasebeci, bir kurumda hizmetli, personel ya da her ne ise. Ne işle meşgul olurlarsa olsunlar ama o işte en iyisi benim evlatlarım olsun. Dürüst olsunlar. Ve hep onlar için sağlıklı ve huzur dolu bir gelecek diliyorum. Güzel çocuklar yetiştiğine inanıyorum. Ve Fırat gibi güzel çocuklar yetişsin istiyorum.  Böylece memleketimiz çok güzel olsun.

Fuat Bey; siz Fırat Yılmaz Çakıroğlu Ege Üniversite’sinde eğitimine devam ederken onunla İzmir’de birlikte yaşıyordunuz değil mi?

Doğrudur Emine Hanım. Oğlumla geçirdiğim o kadar güzel zamanlar var ki. Fırat’ın yemeğinden tutun kıyafetlerinin temizliğine kadar yaptığım tüm işler belki insanlara sıradanmış gibi gelir ama ona bir şekilde emek verdiğimi düşünmek beni mutlu ederdi. O daha çocuk yaşlarında olgun davranmayı bilen bir çocuktu.  Neşesi hep vardı Fırat’ın. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilirdi. O’nun gülüşünü hiç unutamam…

Çok erken yaşta kaybettiniz evladınızı… Ölüm birden yaşını büyültür insanın öyle hissettiniz mi?

Gerçekten öyle. Ben onu hep çocuk zannederdim. Belki de babası olduğum için bana hep öyle gelirdi. Ama Fırat’ım 23 yaşına rağmen öyle şeyler sığdırmış ki hayatına. Bu bana bir baba olarak kıvanç veriyor. Beni hiç üzmezdi Fırat. Yani sorumluluk sahibi bir evlat nasıl olur? Öyleydi bir çocuğum. Dürüst, çalışkan, derslerinde hep azimli davranırdı Fırat. Üniversite hocaları onu çok severdi. Hep takdir gören bir öğrenciydi. Şimdi de üzerinden yıllar geçmesine rağmen yüzbinlerce gencin ben Fırat abimin izinden gideceğim diyerek okullarını okumaları beni çok mutlu ediyor. Bana böyle çok telefonlar geliyor. Fuat Baba biz okulu bırakıp gidecekken Fırat abimizin izinden gittik okullarımızı bitirdik diyen o kadar çok gençlerle karşılaştım ki. Bir baba olarak bunlar elbette bana gurur veriyor. Yüz binlerce genç Fırat’ı örnek alıyor. Fırat’ın sevgisini taşıyor. 

Yıllar önce binlerce Fırat yetişsin istiyorum demiştiniz.

Bütün genlerimizin ahlaklı dürüst ve çalışkan gençler olmasını istiyorum. Benim oğlum da öyleydi. Atatürkçü, Milliyetçi, vatanını seven, milli hassasiyetleri olan bir gençti.  Fırat gibi gençler yetişsin istiyorum demiştim o zaman. Şimdi Fırat gibi büyüyen vatanını seven torunlar istiyorum.

Oğlunuz Fırat Yılmaz Çakıroğlu ile ilgili yakınları hep onun millî hassasiyetleri olan, idealist, ahlaklı bir genç olduğundan bahsettiler.

Oğlumun böyle milliyetçi, idealist bir genç oluşunda en büyük pay kendine aittir. Fırat kendini yetiştirebilmiş bir gençti. Aynı zamanda ailesinden gelen asillik var oğlumda. Mesela Fırat’ın dedesi cevval biriydi çevresinde sevilen saygı duyulan bir insandı. Hep ona benzetiyorum oğlumu. Fırat; haksızlığa gelemezdi. Çok zeki, çok akıllı ve ikna kabiliyeti yüksekti Fırat’ın.  İkna edemeyeceği bir insan yoktu. Çünkü Fırat bir işe kafayı koysun hayatta o işi yapar. O işi yapmadan peşini bırakmazdı. Sürekli bir hedefi vardı Fırat’ın. 

Fuat Bey; Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehadetinin üzerinden on yıl geçti. Fakat zaman tersine işler gibi daha çok hatırlanıyor oğlunuz.

Ben şuna inanıyorum Emine Hanım; Yüz sene bin sene yaşamak önemli değil. Yüz yaşına gelip de sadece yaşamak için yaşamış bir insan gerçekten yaşamış değildir. Kimi yüz sene yaşar ve ölür adı sanı hatırlanmaz. Akrabası bile mezarına gitmez. Ama Fırat’ın şehadeti üzerinden 10 yıl geçmiş ve hâlâ sayısı gittikçe artan büyük bir coşkuyla insanlar onu konuşuyor; onu unutmadı. Ben mesela oğlumun kabrine haftada bir kere muhakkak giderim. Her gittiğimde dua etmeye gelen farklı şehirlerden farklı görüşten insanlara rastladım. Çoluk çocuklarıyla gelip oğlumun kabrini ziyaret ediyorlar. Kürt-Türk tüm vatandaşlarımız acımıza ortak oldu bizim. Çünkü bizim 5 yılımız oralarda Diyarbakır’da geçti. Fırat ayrıca Kürtçe’yi de bilirdi çat pat. Beş sene orada okudu Fırat. Yani inanın bir baba olarak oğlumla kıvanç duyuyorum

 SON

EMİNE ÜLKÜ SONSUZ

2025